Cybersecurity Commander’s Manifesto: The Art of Tactical and Strategic Defense — Chapter 2 : Shape Your Mindset! — Part 1

Alican Kiraz
11 min readOct 8, 2024

Gün geçtikçe kendimizi teknik ve liderlik konularında geliştirsek bile olayları analiz edip, sonuca götürürken önemli olan bir diğer konu idrak ve karar alma becerilerimizdir. Bu konularda içgüdüsel ve öğrenilmiş yanlışlardan nasıl sıyrılabileceğimize göz atacağız. Bu sayede kendimizi ve ekip arkadaşlarımızı nasıl geliştirebileceğimizi öğreneceğiz. Bu yazımı yazmadan önce en altta belirteceğim karar alma, idrak etme ve sezgisel/ic güdüsel hareket etme üzerine referans verdiğim makale, araştırma ve kitapları okudum sizlerinde sonrasında göz gezdirmenizi tavsiye ederim. Okuduğum bu bilgilerden elde ettiğim çıkarımları bu yazı serimde sizlerle paylaşıyor olacağım. Keyifli okumalar dilerim!

Olumlu Taraf Etkisi (Feature Positive Effect)

Olumlu taraf etkisi, insanların hatta nesnelerin mevcut özelliklerini, var olmayan yada hatalı olan özelliklerine nazaran daha fazla önem kazandırdığını ve bu özelliklere dayanarak karar verme aşamasında olumlu tarafı en çok baz aldığını ifade eder. Bu bilişsel yanılgı, karar verme süreçlerinde ve algılarda seçicilik yapılmasına neden olarak, karar aşamalarında önemli bir rol oynar. İnsanlar zaten doğası gereği eksik olan veya mevcut olmayan bilgileri göz ardı etme eğilimindedirler. Bu algıyla sahip olduğumuz taraflılık birleştiğinde, alınan kararlar neticesinde oldukça zorlu durumlarla karşılaşılabilir.

Bu algının önüne geçmek için; Eğer söz konusu olan kritik bir konu ise, verilecek kararların kişinin sahip olduğu statü, durum, ve olaya bağlı olarak vasfından soyutlanarak olayı analiz etmesi gerekir. Konu eğer mevkidaşı yada belirli iş arkadaşlarıyla paylaşabileceği bir düzeydeyse, bilginin ve konunun gizliliğine sadık kalıp, farklı görüşlere başvurulabilir. Bunun ilk zamanlar tekrarlanması gelecek durumlarda bu tepkiye karşı bağışıklık kazanmayı sağlar.

Bu konuda yapılan ilgili akademik çalışmalar ise şunlardır;

Matlin ve Stang (1978) — “The Pollyanna Principle”

  • Matlin ve Stang, “The Pollyanna Principle” isimli çalışmalarında, insanların olumlu uyaranları olumsuz olanlara gore daha hızlı tanıdıklarını ve hatırladıklarını göstermiştir. Bu araştırma, dil, bellek ve düşüncede seçicilik üzerine odaklanarak, pozitiflik yanlılığının bilişsel süreçlerdeki rolünü vurgulamıştır.

Rozin ve Royzman (2001) — “Negativity Bias, Negativity Dominance, and Contagion”

  • Bu çalışma, genel olarak insanların negatif bilgilere daha duyarlı olduğunu öne sürse de, belirli bağlamlarda pozitiflik yanlılığının ortaya çıktığını belirtir. Özellikle, sosyal ilişkilerde ve insanın benlik algısında olumlu bilgilere daha çok odaklanma eğilimi olduğu gözlemlenmiştir.

Mezulis ve Ark. (2004) — “Is there a universal positivity bias in attributions?”

  • Bu meta-analiz, insanların başarısızlıkları dış faktörlere, başarıları ise içsel yeteneklerine bağlama eğiliminde olduklarını göstermiştir. Bu durum, benlik algısında pozitiflik yanlılığının bir göstergesidir.

Tversky ve Kahneman (1981) — “The Framing of Decisions and the Psychology of Choice”

  • Bu çalışma, elde edilen bilginin nasıl çerçevelendiğine bağlı olarak insanlarin kararlarının değiştirdiğini göstermiştir. Mevcut olan bilgiye odaklanma, mevcut olmayanların göz ardı edilmesine neden olabilir.

Higgins (1996) — “Knowledge Activation: Accessibility, Applicability, and Salience”

  • Higgins, bilginin erişilebilirliği ve uygulanabilirliğinin, insanların yargılarını ve davranışlarını nasıl etkilediğini incelemiştir. Mevcut bilgi daha erişilebilir olduğunda, karar verme sürecinde daha fazla önem kazanır.

Zeigarnik Etkisi

Zeigarnik Etkisi, insanların tamamlanmamış veya kesintiye uğramış görevleri, tamamlanmış olanlara göre daha iyi hatırlama eğilimini ifade eden bir psikolojik fenomendir. Bu etki, 1920’lerin sonlarında Rus psikolog Bluma Zeigarnik tarafından keşfedilmiştir.

Bluma Zeigarnik’in Araştırması

Bluma Zeigarnik’in Hocası Kurt Lewin, bir restoranda garsonların ödenmemiş siparişleri, ödenmiş olanlardan daha iyi hatırladığını fark ederek bunu düşünmesi sonrası ortaya çıkan bir etkidir. İkili devamında birlikte yaptığı gözlemler ve deneylerden yola çıkarak bu etkiyi keşfetmiştir. Bu gözlemin üzerine Zeigarnik, laboratuvar ortamında; Katılımcılara bir dizi basit görev vermiştir (örneğin, bulmacalar, matematik problemleri vb.). Bu verilen görevlerinde bir kısmının tamamlanmasına izin verilmiş, diğer kısmının ise kesintiye uğramasını sağlamıştır. Deney sonunda Zeigarnik, katılımcıların kesintiye uğratılan ve tamamlanmamış görevleri, tamamlanan görevlere kıyasla yaklaşık %90 daha iyi hatırladığını tespit etmiştir.

Peki buna neden olan alt psikolojik etmenler nelerdir?

Bilişsel Gerilim olarak adlandırılan alt nedenlerden bir burada devreye giriyor; Tamamlanmamış görevler, zihinde bir gerilim veya rahatsızlık yaratıyor. Bu gerilim, görevin tamamlanmasına kadar devam edip, bireyi görevi bitirmeye motive ettiği gibi aklına takılmasınıda sağlıyor.Bir diğer yandan ise tamamlanmamış işler, içsel bir motivasyon dürtüsüdür. Bireyler, bu gerilimi azaltmak için görevi tamamlamaya yönelirler.

Peki bu algı bizi nasıl etkiler ve bu algıdan nasıl kurtuluruz?

Bu etki aslında üzerimizde ve ekibimizde negatif bir hava yaratıp, hem karar vermemizi hemde sonuç odaklı olmamamıza neden oluyor. Bir yandan da ekip dinamiklerini oldukça sarsıyor. Bir anlamda Zeitgarnik etkisi

Bu etki bir liderin sahip olabileceği en kötü özellikler arasındadır. Ekip arkadaşlarının, çalışılan projelerin, yaşanan olayların hep negatif taraflarını hatırlayıp ekibini inanılmaz demotive edecektir. Sadece bununlada kalmayıp kendisinide tükenmişlik sendromuna sokacaktır. Çünkü bu kötü yanlı düşünüş devamlı olumsuzluğu öne çıkaracaktır.

Bu etkiye karşı alınacak önlemlerde vardır. Eskalasyon ve Delegasyon aslında görevlerin sorumluluk bilincini ekibe atayacak, yoğunluğun tek birinde toplanmasını engelleyecek ve alternatif çözüm ile fikirleri projeye katacaktır. Ayrıca ekipçe sık sık Retrospektif, Tabletop ve Leason Learned uygulamaları yapmak çok artı sağlayacaktır.

Karar Yorgunluğu (Decision Fatigue)

Karar Yorgunluğu, insanların gün içinde verdikleri kararların sayısı ve karmaşıklığı arttıkça zihinsel enerji ve öz kontrol kapasitesinin azaldığı ve bunun sonucunda da, sonraki kararlarında kalite düşüşü yaşandığını vurgulamaktadır. Bu fenomen, yoğun karar verme süreçlerine maruz kalan bireylerde sıkça gözlemlenir ve kararlarının daha az rasyonel, daha dürtüsel bir şekilde sonuçlandığını veya ertelenmesine yol açabildiğini gösterir.

Peki buna neden olan alt psikolojik etmenler nelerdir?

  • Ego Tükenmesi (Ego Depletion): Baumeister ve meslektaşları tarafından ortaya atılan bu teori, öz denetim ve karar verme süreçlerinin zihinsel enerjiyi tükettiğini belirtir. Öz denetim bir kas gibidir; sürekli kullanım sonucunda yorgun düşer ve performansı azalır. Yani peşpeşe karar verdiğimiz anda bu teoride alt etki olarak devreye girer.
  • Bilişsel Yük Teorisi (Cognitive Load Theory): Sweller tarafından geliştirilen bu teori, bireylerin bilişsel kaynaklarının sınırlı olduğunu ve karmaşık veya çok sayıda görevin bu kaynakları tüketerek performansı olumsuz etkilediğini savunur. Bu sayede aslında bir bireyin gün içerisindeki ve dönemsel olarak sınırlı kaynaklarının olduğunu hesaba katabilir ve bu doğrultuda iş yükünü dengelememiz gerektiğini vurgular. Bu teoride, Karar yorgunluğunda alt yetkilerimizden biridir.
  • Willpower Sınırlılığı: İrade gücü sınırlı bir kaynaktır ve gün içinde kullanıldıkça azalır. Bu durum, bireylerin günün ilerleyen saatlerinde daha az kontrollü ve daha dürtüsel kararlar almasına neden olur. Bu yüzden kişisel takvim planlamalarında oluşan yoğunluk ve sık karar verme dürtüsü iradeyide sarsacaktır.

Peki bu algı bizi nasıl etkiler ve bu algıdan nasıl kurtuluruz?

Bu etkinin üzerimizdeki ilk belirtilerinden biri karar alırken daha fazla zamana ihtiyaç duymaya başlamamız ve düşünmeden yada anlık dürtülerle verilen kararlar almamızla kendini göstermeye başlar. Bir süre sonra aldığımız kararlar uygulanmaya başlandığında ve sonuçlar ortaya çıktığında, kararlarımızın hatalı, mantıksız veya tutarsız olduklarına dair feedback’ler almaya başlarız.

Bu etkiyi üzerimizden atmak yada etkilenmemek için ilk atacağımız adımlardan biri kritik ve önemli kararları günün erken saatlerinde almaktır. Ayrıca karar önceliklendirmesinde daha az önemli kararları günün ilerleyen saatlerine veya daha uygun zamanlara bırakmakta önemlidir. Eğer devamlı karar almamız gerekiyorsa rutin veya tekrarlayan kararları standart hale getirmek veya otomatikleştirmek hem iş yükümüzü azaltacak hemde karar yorgunluğundan bizi koruyacaktır. Ayrıca bazı kararları bilginin ve konunun CIA Üçgenine uygun ele alarak ekip üyelerine delege etmekte destek olacaktır. Kararların ne zaman alınacağı konusunda ekiple net bir plan oluşturmakta çok fayda sağlayacaktır.

Kümelenme Yanılsaması (Clustering Illusion)

Kümelenme Yanılsaması, insanların rastgele olaylarda veya veri setlerinde, aslında var olmayan desenler veya kümeler gördükleri bilişsel bir yanılgıdır. İnsan beyni, hayat boyu çevresindeki dünyayı anlamlandırmak ve tahmin etmek için içgüdüsel olarak örüntüler ve ilişkiler arar. Bu eğilim, bazen rastgele dağılımlarda bile anlamlı desenler görmemize yol açar. Günlük hayatımız ve iş hayatımızda bu içgüdü sık sık devreye girerek anlamsız veriler yada olaylar karşısında yanlış anlamlandırmalar yapmamıza neden olur.

Peki buna neden olan alt psikolojik etmenler nelerdir?

  • Rastgeleliğin Yanlış Algılanması: İnsanlar, gerçek rastgele süreçlerin sonuçlarını sezgisel olarak düzgün ve eşit dağılımlı olarak beklerler. Atalarımız bu içgüdüler sayesinde hayatta kalmışlardır. Ani bastıran bir yağmurun sel oluşturma riskini düşünmüş, hayvanların ölümlerini ve bitkilerin sararmasına göz atarak ilişkilendirip atıflarda bulunmuştur. Bu nedenle, rastgele bir dağılımda ortaya çıkan kümeleri veya sıra dışı düzenleri gerçek bir örüntü olarak algılamışızdır. Bu etki eski zamanlarda temkinli ve evhamlı olmayı sağlayarak bizi hayatta tutmuş ama günümüzde saniyeler içinde orataya çıkan milyonlarca veri ve bilgi içerisinde bu içgüdümüz bizi delirtecek bir alarm mekanizmasına dönüşmüştür.
  • Temsilcilik Sezgisi (Representativeness Heuristic): Tversky ve Kahneman tarafından tanımlanan bu kavram, insanların küçük örneklem gruplarının, genel popülasyonun özelliklerini tam olarak yansıttığına inanma eğilimini ifade eder. Haberlerde ücra bir kasabada yaşanan su kıtlığı bize tüm dünyada yaşandığını düşündürebilir. Veya 7 milyar insan içerisinde X’de gördüğümüz bir kasabada olan hastalık tüm dünyada inanılmaz etki bulabilir durumda. Çoğu kez bu hep hatalı bir bakış açısı olsada bazen örneklemler doğru çıkarımada neden olabilir. Ancak bu çok düşük bir ihtimaldir. Ama yinede bu insanların küçük ve rastgele olaylarda bile anlamlı desenler görmesine neden olur.
  • Algısal Örüntü Tanıma: Beynimiz, hayatta kalma avantajı sağlayan örüntü tanıma yeteneği nedeniyle, rastgele uyarıcılarda bile örüntüler ve ilişkiler arar. Bu, bazen yanlış pozitiflere, yani var olmayan desenlerin algılanmasına yol açar. Tıpkı yukarıda işlediğimiz benzer olaylar gibi.

İlgili Çalışmalar;

Gilovich, T., Vallone, R., & Tversky, A. (1985) – “The Hot Hand in Basketball”

  • Bu çalışma, basketbol oyuncularının “sıcak el” olarak adlandırılan inancı araştırmıştır. İnsanlar, bir oyuncunun peşpeşe başarılı atışlar yapmasının gelecekteki atışlarının da başarılı olacağına inanmaktadır. Araştırma, bu inancın istatistiksel olarak desteklenmediğini ve rastgele bir dağılımın yanlış yorumlanmasından kaynaklandığını göstermiştir.

Rabin, M. (2002) – “Inference by Believers in the Law of Small Numbers”

  • Rabin, insanların küçük örneklemlere dayanarak yanlış çıkarımlar yapma eğilimini ve bunun ekonomik kararlar üzerindeki etkisini analiz etmiştir.

Kahneman, D., & Tversky, A. (1971) – “Belief in the Law of Small Numbers”

• Bu çalışma, insanların küçük örneklemlerin popülasyonu tam olarak temsil ettiğine dair yanlış inançlarını incelemiştir. Bu, kümelenme yanılsamasının temelini oluşturan bir kavramdır.

Peki bu algı bizi nasıl etkiler ve bu algıdan nasıl kurtuluruz?

İş hayatında veriler ve analizlerle boğuşurken bazen bu etkiye kapılabiliyoruz. O nedenle, karar vermeden önce elimizdeki verinin istatistiksel olarak anlamlı olup olmadığını değerlendirmeliyiz. Gündemi ve son yapılan araştırmaları yakalamak için rastgele dalgalanmaları ve geçici trendleri tespit edip bir süre beklemeli ve daha uzun süreli ve geniş kapsamlı verilerin analiz edilmesini beklemeliyiz. Ekibimizle beraber istatistiksel analiz ve bilişsel yanılgılar konusunda eğitim almalıyız. Büyük ölçekli karar almak veya yatırımlar yapmadan önce, küçük çaplı pilot uygulamalarla stratejimizin etkinliğini test etmeliyiz.

Çabayı Gerekçelendirme (Effort Justification)

Çabayı Gerekçelendirme, hepimizin sık sık yenik düştüğü bir etkidir. Bu etkiye göre, bireylerin bir hedefe ulaşmak için harcadıkları efor ve çabayı haklı çıkarmak amacıyla, o hedefin yada çıktının değerini olduğundan daha yüksek algılama eğilimini ifade eden bir bilişsel yanılgıdır. Bu durum, Bilişsel Uyumsuzluk Teorisi (Cognitive Dissonance Theory) çerçevesinde açıklanır ve insanların kendi inançları ile davranışları arasındaki tutarsızlığı azaltma çabasını yansıtır.

Peki buna neden olan alt psikolojik etmenler nelerdir?

  • Bilişsel Uyumsuzluk (Cognitive Dissonance): Leon Festinger tarafından geliştirilen bu teoride, bireylerin inançları, tutumları ve davranışları arasında tutarlılık aradığını belirtir. Tutarsızlık yaşandığındaysa, rahatsızlık duyduklarını ve bu rahatsızlığı azaltmak içinde inançlarını veya algılarını değiştirdiklerini ispatlamıştır. Bu durumumuzda ise, bu etkide çaba gerektiren bir hedefe ulaşıldığında, eğer hedef beklenen değeri sağlamıyorsa, bu durum aktifleşir. Ve kişi harcanan emeği haklı çıkarmak için hedefin değerini zihinsel olarak yükseltir.
  • Batık Maliyet Yanılgısı (Sunk Cost Fallacy): Bireyler, geçmişte yaptıkları yatırım ve harcadıkları çaba sarfetmeleri nedeniyle, mantıklı olmasa ve yarar sağlayamayacağını bilse bile projelere veya ilişkilere devam etme eğilimindedir. Harcanan kaynakların geri alınamayacağını kabul etmek yerine, bu kaynakları haklı çıkarmak için daha fazla yatırım yaparlar. Bu da hem zaman hemde emek kaybına neden olur.
  • Yatırım ve Bağlılık: Bireyler, bir şeye ne kadar çok yatırım yaparlarsa, ona olan bağlılıkları ve duygusal yakınlığıda o kadar artar. Bu, duygusal ve psikolojik bir bağ oluşturur ve objektif değerlendirmeyi zorlaştırır. Bu yüzden 2/10 puanlı evde kendinizin yaptığı bir yemek dışarıdan aldığınız 5/10’luk bir yemeğe göre daha değerli ve bitirene kadar tüketilmesi gereken bir ürün olarak görülür.

İlgili Çalışmalar;

Festinger ve Carlsmith (1959) – “Cognitive Consequences of Forced Compliance”

  • Bu klasik deneyde, katılımcılara sıkıcı bir görev verilir ve sonrasında bu görevi diğerlerine eğlenceli olarak tanıtmaları istenir. Az ödül alanlar, bilişsel uyumsuzluğu azaltmak için görevi gerçekten eğlenceli olarak algılamaya başlar ve algının bir parçası olurlar.

Aronson ve Mills (1959) – “The Effect of Severity of Initiation on Liking for a Group”

  • Bu çalışmada, bir gruba katılmak için zorlu ve utandırıcı bir süreçten geçen bireylerin, gruba daha fazla değer verdiği ve bağlılık gösterdiği bulunmuştur.

IKEA Etkisi (IKEA Effect)

  • Norton, Mochon ve Ariely (2012) tarafından tanımlanan bu etki, bireylerin kendi emekleriyle birleştirdikleri veya monte ettikleri ürünlere daha fazla değer biçtiklerini ve saygı duyduklarını gösterir.

Peki bu algı bizi nasıl etkiler ve bu algıdan nasıl kurtuluruz?

bu algıdan kurtulmak ve etkilenmemek için, projelerinizde belirli aralıklarla objektif kriterlere göre değerlendirilme yapmalı ve ayrıca projeden bağımsız kişilercede kontrol edilip feedback almalısınız. Ayrıca gündem ile pazar analizi ve müşteri ile ekip geri bildirimlerine dayalı karar alma süreçlerinin oluşturulmasını sağlayabilirsiniz. Geçmiş çalışma ve eforlarınızın gelecekteki kararlarınızı etkilememesi gerektiğinin vurgusunu hem kendinize hemde projede yer alan kişilere hatırlatmalısınız. Projeler için çıkış stratejileri ve alternatif planların önceden hazırlanmasıda hızlı rota değiştirmenizi sağlayacaktır.

Okuduğunuz için teşekkür ederim. Sıradaki bölümde görüşmek üzere!

Kaynaklar;

  • Zeigarnik, B. (1927). “On Finished and Unfinished Tasks”. Psychologische Forschung, 9, 1–85.
  • Lewin, K. (1935). “A Dynamic Theory of Personality”. New York: McGraw-Hill.
  • Baumeister, R. F., & Vohs, K. D. (2007). “Encyclopedia of Social Psychology”. Thousand Oaks, CA: Sage Publications.
  • Baumeister, R. F., & Tierney, J. (2011). “Willpower: Rediscovering the Greatest Human Strength.” New York: Penguin Press.
  • Vohs, K. D., Baumeister, R. F., & Schmeichel, B. J. (2012). “Motivation, personal beliefs, and limited resources all contribute to self-control.” Journal of Experimental Social Psychology, 48(4), 943–947.
  • Danziger, S., Levav, J., & Avnaim-Pesso, L. (2011). “Extraneous factors in judicial decisions.” Proceedings of the National Academy of Sciences, 108(17), 6889–6892.
  • Gilovich, T., Vallone, R., & Tversky, A. (1985). “The hot hand in basketball: On the misperception of random sequences.” Cognitive Psychology, 17(3), 295–314.
  • Kahneman, D., & Tversky, A. (1971). “Belief in the law of small numbers.” Psychological Bulletin, 76(2), 105–110.
  • Rabin, M. (2002). “Inference by believers in the law of small numbers.” Quarterly Journal of Economics, 117(3), 775–816.
  • Festinger, L. (1957). “A Theory of Cognitive Dissonance.” Stanford University Press.
  • Aronson, E., & Mills, J. (1959). “The effect of severity of initiation on liking for a group.” Journal of Abnormal and Social Psychology, 59(2), 177–181.
  • Norton, M. I., Mochon, D., & Ariely, D. (2012). “The IKEA effect: When labor leads to love.” Journal of Consumer Psychology, 22(3), 453–460.

--

--

Alican Kiraz

Head of Cyber Defense Center | CSIE | CSAE | CCISO | CASP+ | OSCP | eCIR | CPENT | eWPTXv2 | eCDFP | eCTHPv2 | OSWP | CEH Master | Pentest+ | CySA+ and more...